Ana içeriğe atla

Suç ve Ceza: Aklın onadığına vicdanın duyduğu azabın hikayesi

Suç ve Ceza, Nietzsche’nin “Kendisinden her şeyi öğrendiğim tek psikolog” ve Einstein’ın “Herhangi bir bilim adamından daha fazla katkısı olmuştur” şeklinde yücelttiği Dostoyevski’nin en önemli başyapıtı kabul edilir. Yahya Kemal, onun insan trajedisini ne denli gerçekçi yansıttığını şu sözlerle vurgular: "Dostoyevski namında bir Rus'un .. bir kitabını okudumdu; içinde vücutları ve kalpleri ağrıyanlar, benim kanımdan, dinimden, dilimden değildiler, bir zaman o Rus'un kitabında görüp de sevdiğim ve acıdığım o insanlara kendi milletimden daha yakınım." Yaşar Kemal ise Dosto'yu karanlık ve hastalıklı bulanlara şaşırır: "Ben demiyorum ki, insan hiç karanlığa, umutsuzluğa düşmez. Düşmez olur mu? Ama insanlığın mayasında güzel, aydınlık, pırıl pırıl, umut, gelecek türküleri söyleyen düş dünyaları kurmak var. Dostoyevski'ye gelince, bu insanlığın yetiştirdiği en büyük umut, aydınlık dünyası kuran kişiye kim yaptı bu işi, onu, kabuğuna bakarak, karanlığın, hastalıkların türkücüsü kim yaptı, kim kandırdı insanlığı bu üstün düşçü üstüne. Bakın size söyleyeyim, Dostoyevski ne yapar biliyor musunuz, karanlığı yığar yığar karşımıza, bir karanlık duvarı örer önümüze, onun işi, hüneri bu, sonra kurşun geçirmez karanlığın arkasından ışığı daha belirli, daha açık görürüz."

Zaman zaman anlaşılması kolay olmayan bir üslupla yazılmış olan romanın, uzun rüyalar ve karmaşık felsefi önermelerle bezeli yapısında bir suçtan duyulan pişmanlığın hikâyesi öne çıkıyor gibi görünse de Dostoyevski’nin asıl hedefinde o dönem hızla yükselen ve yarım yüzyıl sonra Komünizm idaresini netice verecek olan ütopik sosyalizm ve nihilizm gibi doktrinler, yine dayandıkları akılcılık, faydacılık gibi akımlar vardır. Yazar, vicdan mahkemesinden aklanmayan hiçbir hareketin, ne kadar haklı, faydalı ve mantıklı gerekçelere dayandığını iddia ederse etsin, huzur getirici bir düzen kurmasının mümkün olmadığı mesajını verir.
Dostoyevski'nin 1872'de çizilen bir portresi
Hikâyede, özetle, Raskolnikov adlı entelektüel karakter, borç aldığı tefeci bir kadını öldürür ve bazı değerli eşyalarını çalar, aslında böylece toplumu bir asalaktan kurtarmak gibi faydalı bir iş yaptığını düşünmektedir, fakat tefeciyi baltayla öldürürken o sırada orada olduğundan cinayeti gören ve masum bir kadın olan kardeşi Lizaveta’yı da -ortada şahit bırakmamak için- aynı hunharlıkla öldürmek “zorunda kalır”. Romandaki bir diğer ana karakterse Raskolnikov’un belli belirsiz bir aşk yaşadığı, ailesine bakmak için başka çaresi olmadığından dolayı fuhuşa düşmüş bir genç kız olan Sonya’dır. Romandaki en sembolik anlatımlardan biri Sonya ile Lizaveta’nın haçlarını değiştirmesinde görülür. Zavallı Lizaveta, Raskolnikov’un balta darbeleriyle ölürken boynunda Sonya’nın verdiği haçı taşımaktadır. Dindarlığıyla da bilinen Dostoyevski, ütopik sosyalizmin toplumdaki adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için çıkacağı yolda esasen artık iyice zayıflamış ve etkisi azalmış durumda olan – ama Dostoyevski’nin toplumun sağduyusunun yaşaması bakımından hala önemsediği - dini de yok edeceğini ve bunun açtığı boşluğun da Rus toplumu için büyük bir felaket olacağını anlatmaya çalışmaktadır. 

Suç ve Ceza’nın İngilizcesinden altını çizdiğim bazı satırlardan yaptığım çeviriler;

- “Nerede okumuştum”, yürürken düşündü Raskolnikov, “ölüm cezasına çarptırılan bir adam, ölümünden bir saat önce, şöyle düşünür veya söyler; keşke yüksek bir kayalıkta, sadece ayakta durulabilecek kadar dar bir çıkıntının üstünde, ve etrafta okyanus, sonsuz bir karanlık, sonsuz bir yalnızlık, sonu gelmez bir fırtına üzerinde yaşamak zorunda kalsaydı, keşke bir metrekarelik bir alanda bütün yaşamı boyunca kalmak zorunda kalsaydı, binlerce yıl, sonsuza kadar... Hemen ölmektense öyle yaşamak bile daha iyiydi! Sadece yaşamak, yaşamak ve yaşamak! Yaşamak, nasıl olursa olsun – sadece yaşamak! Ne kadar doğru, Allah’ım ne kadar doğru!”

- “Boş konuşmak, sadece insanoğluna has bir ayrıcalıktır ki onu diğer canlılardan ayırır. Yanlışlarından doğruya gidersin! İnsandır, yanılır! Hiçbir gerçeğe on dört kez, hatta muhtemelen yüz on dört kez hata yapmadan ulaşamazsın. Ve aynı zamanda kendi haliyle iyi bir şeydir bu, ama biz kendi hesabımıza hata bile yapamıyoruz. Boş konuş, ama kendi konuşmaların olsun, seni bunun için kutlarım. Bir insanın kendi bildiği yolda yanlış yapması, başkasının doğrusunu yapmasından iyidir. İlkinde sen insansındır, ikincisinde ise bir kuştan farkın yoktur. Hakikatten kaçamazsın, ama hayatını kısıtlayabilirsin. Bunun örnekleri vardır. Şu an biz ne yapıyoruz? Bilim, kalkınma, düşünce, buluş, idealler, hedefler, liberalizm, kanaat, tecrübe ve her şeyde, her şeyde, her şeyde, hala okulun hazırlık sınıfındayız. Başka insanların fikirlerini yaşamayı tercih ettik. Öyle alışmıştık! Yanlış mıyım, yanlış mıyım? (ağlayarak)

[Batılılaşma'nın taklitçi yanını eleştiren ve başarı için sahiciliği şart gören bu satırlarda kendi tecrübemizle şaşırtıcı bir benzerliği buluyoruz. Nitekim Yahya Kemal Rus edebiyatına ilişkin şunları söyler: "Yeni devirler edebiyatlarının en büyük işi olduğuna hiç şüphe olmayan Rus romanı, hem zamanca yakın olduğu için, hem de bizim gibi, önce Şark medeniyetinde uyuşmuş ve sonra asırlarca silik bir alafrangalık merhalesinde kalmış ve nihayet o alafrangalıktan fırlayıp çıktığı için bizi daha ziyade düşündürebilir."]

- Bu dünyada hakikati söylemekten daha zor hiçbir şey yoktur, övgüler dizmekten de daha kolay...

- ... sadece cahiller ve çok tecrübesiz acemiler her şeyi hemen ve sonuna kadar reddeder. Birazcık olgunlaşmış bir adam, muhakkak ki, harici ve kaçınılmaz bütün gerçekleri mümkün olduğunca kabul etmeye çalışır.

- Her şey sosyalist doktrinle başladı. Doktrinlerini biliyorsun; suç, sosyal yapılanmanın gayrı tabiiliğine karşı bir protestodur ve başka bir şey değildir, hiçbir şey değildir; başka hiçbir neden kabul edilmez.

- Eğer din olmasaydı, gerçekte bir suçluyu kötülük yapmaktan alıkoyacak hiçbir kısıtlama olmayacaktı, ve sonrasında ceza da olmayacaktı.. gerçek ceza.. yani, teknik olmayan.. ki öyleleri genellikle sadece kalbe bir sıkıntı verir.. bahsettiğim gerçek bir ceza.. hakiki anlamda.. gerçekten korkutan ve yatıştıran tek ceza.. ki kişinin kendi vicdanını tasdik etmesinde yatar.

- Hayatta onun için güzel olan ne vardı? Nasıl bir gelecek bekliyordu onu? Neyi elde etmek için çabalamalıydı? Sadece varolmak için mi yaşamaktaydı? Ama daha önce binlerce kez, bir fikir, bir ümit, hatta bir hayal uğruna varlığından vazgeçmeye hazır hale gelmişti. Sadece varolmak onun için hiçbir zaman yeterli olmamıştı; her zaman bundan daha fazlasını istemişti. Galiba, sadece kendi arzularının gücüydü onu diğerlerinden daha fazla yapabilme özgürlüğüne sahip bir insan olduğuna inandıran...

- Acı ve ızdırap, yüksek zekâ ve geniş yürekli için her zaman kaçınılmazdır. Gerçekten büyük adamlar, kanaatimce, dünyada büyük hüzün yaşarlar.

- Gecenin karanlığı arttıkça, yıldızların parlaklığı da çoğalır. Hüzün derinleştikçe, Tanrı’ya daha fazla yaklaşılır.

- Yüzlerce şüphe, bir delil kadar etmez.

- Hakaret edici olan yalan söylemeleri değildir – bir insan her zaman yalanı affedebilir – yalan eğlenceli şeydir, çünkü sizi doğruya götürür – hakaret edici olan yalan söylemeleri ve sonra kendi yalanlarına tapmalarıydı.

- İnsanoğlunun hukuk yapıcıları ve kurucuları, en eski antik dönemden başlayarak, Lycurguslar, Solonlar, Müslümanlar, Napolyonlar ve diğerleri, evet bunların hepsi insanoğluna göre suçludurlar, çünkü sadece yeni bir hukuk oluşturdukları gerçeği bile, toplumun kutsal gördüğü ve atalarından devraldığı eski hukuku yok ettikleri anlamına gelir. Ve kan dökmekten de kesinlikle kaçınmamışlardır, eğer şiddet onlara yardımcı olabilecekse... (ö.m.: Raskolnikov, böylece kan dökmenin tek başına bir suç sayılamayacağını iddia etmeye çalışmaktadır ama bilahare ekler, “ben yenildim, çünkü yaptığımın arkasında durabilecek kadar güçlü değildim.” O yüzden cezasını çekmeye razı olacaktır.)

- Aşırı akıllı hareket etme; kendini hayatın akışına bırak, fazla düşünüp taşınmadan… korkma –sel suları seni kıyıya taşıyacak ve ayaklarının üzerinde güvenle kalkacaksın.


- Bilmiyordu ki, bu yeni hayat ona karşılıksız verilmiş değildi, onun için de büyük bedeller ödeyecekti, ona büyük acılar ve mücadelelere patlayacaktı. Ama bu yeni bir hikâyenin başlangıcı – bir insanın yavaş yavaş yenilenmesinin hikâyesi, yavaş yavaş yeniden canlanışının, bir dünyadan başkasına geçişinin, bilinmeyen bir yaşama girişinin hikâyesi… Bu belki yeni bir hikâyenin konusu olabilir, ama şimdiki hikayemiz burada bitti. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arnavutlar

Arnavut ırkı -kendi dillerinde “şkiptar”-, ari ve yerli-otokton bir ırktır. Bu şu demektir; Slavlar veya Türkler gibi gelip başka bir bölgeden Balkanlara yerleşen bir ırk değildir.  Türkçe'deki Arnavut kelimesi bir güney Arnavut (Toska) aşireti olan 'Arvanit'lerin  Türkçeleştirilmiş şeklidir. Arnavutlar ülkelerine "Kartallar Yuvası" anlamında Shqiperia  (okunuşu Şkpria) derler. Diğer dünya dillerinde ise 'Albania' (Albanya) kelimesi  kullanılır.  "Kartal ülkesi" simgesi, Arnavutluk bayrağının çift  başlı kartaldan oluşan motifinin de kaynağıdır (Çift-başlı kartal figürü Hititler'den başlar, Romalılarda sarı zemin üzerinde görülür, bugün pek çok devletin bayrağında bulunur.) Balkanlar’da beş ayrı devlette yaşayan Arnavutlar, Arnavutluk ve Kosova'da çoğunluk, Makedonya, Karadağ ve Sırbistan'da (Preşova bölgesi) azınlık durumundadırlar. Arnavutluk Bayrağı Arnavutluk 'un  3 milyonluk nüfusunun yaklaşık yüzde 90'ı Arnavuttu...

Her şeye rağmen (ŞİİR ÇEVİRİSİ)

Her şeye ve her şeye rağmen Aptallığa, dalavereye ve her şeye rağmen, Yine de biliyoruz ki: insanlık  Zaferi kazanacaktır her şeye rağmen Trotz alledem und alledem, trotz Dummheit, List und alledem, wir wissen doch: die Menschlichkeit behält den Sieg trotz alledem - Ferdinand Freiligrath (ö. 1876) (Tercümesi tarafımdan yapılmıştır.)

BOZUK SAAT (I)

Büyükelçi Deha O’nun saat merakı hariciyeye intisabıyla başladı. O sıralar Bakanlıkta Genel Müdür olan amcasından, saatinin durması yüzünden sabah erken saatlerde gerçekleşen önemli bir toplantıya nasıl geç kaldığını, amirinden işittiği azarı ve bu olayın etkisiyle meslek hayatının geri kalan bölümünde ihtiyatlı hareket ederek her zaman iki saat kurmadan yatmadığını defalarca dinlemiş olmasının etkisiyle kendisi memuriyetinin daha ilk günlerinden itibaren bir değil iki saatin ziliyle uyanmayı adet edinmişti. Üç yıl sonra ilk yurtdışı tayinine çıkıp da yeni evine yerleştiğinde, her sabah aynı saatleri görmenin sıkıcılığından kurtularak hayatına biraz renklilik katmak istediğinden olsa gerek bir üçüncü saat daha aldı. Sonrasında her gittiği yabancı şehirden bir yâdı cemil olarak satın aldığı saatlerden küçük bir koleksiyon oluşturdu. Tabiatıyla saatlerin sadece ikisini uyanmak için kurar, geri kalanları ise süs eşyaları gibi evinin farklı odalarına dağıtırdı. Büyükelçi olarak atandığı bu...