Hükümetin ekonomik buhran dolayısıyla açıkladığı bir dizi önlem paketi çerçevesinde Dışişleri Bakanlığı, tüm teşkilata gönderdiği bir genelgeyle bazı tasarruf tedbirlerinin yürürlüğe konulduğunu duyurdu. Buna göre, elektrik, su, yakıt ve kırtasiye kullanımında israftan zinhar kaçınılarak bir önceki yıldan daha fazla harcama yapılmayacaktı, Dış Temsilcilikler ilave bütçe alamayacaklarının bilinci içerisinde davetler düzenleyeceklerdi, 29 Ekim’de verilen milli gün resepsiyonlarını daha mütevazı kutlayacaklardı, yolluk bütçesi azaltıldığı için Merkezden çok zor durumda kalınmadığı müddetçe ilave personel talebinde bulunulmayacaktı, vesaire…
Masasının üzerindeki tasarruf genelgesini de içeren günlük telgrafları inceleyen Sanarum Büyükelçisi Saltıray E. başındaki büyük bir sıkıntı nedeniyle düşünceliydi, önündeki evrakları baştan savar gibi okuyup hızla paraflıyordu. Afrika’nın bu görece gelişmiş güzel ülkesine atandığında kendisinden biraz genç olan karısı aslında çok üzülmüştü, yıllarca sadece Batı Avrupa şehirlerinde görev yaptıktan sonra şimdi böyle geri bir memlekette yaşamaya alışmak hiç kolay değildi. Karısı meyve dolu tabak boyama seviyesini bir türlü aşamayan amatör ressamlığını Afrika’nın muhteşem peyzajlarıyla ilerletebileceği hayaliyle ancak biraz teselli bulmuştu. Yine Büyükelçilik rezidansının küçük köpeğinin rahatça koşturabileceği büyüklükte bir bahçesi ve sıcaklardan bunaldığında serinleyebileceği havuzu olduğunu öğrendiğinde de hayal kırıklıklarını bir nebze olsun içine gömmüştü. İlk birkaç ay her şey yolunda gibi giderken birden “Hanımefendinin” (artık kesinlikle böyle anılmak istiyordu) çok sevdiği köpeği hastalanmıştı. Mamasını yemiyor, kusmaya çalışır gibi yapıyor, uyuşuk bir şekilde evin bir köşesinden diğerine ağır ağır dolaşırken hiçbir çağrıya tepki vermiyordu. Sanarum’da bir veteriner bulmuşlardı ama Büyükelçi ilk viziteyi ödediğinde o gün üzüntüden kendisi de bir şey yiyememiş, köpekle birlikte rezidansın bahçesinde etrafını umursamadan ağır ağır dolaşarak stresini atmaya çalışmıştı. Sanarum’da sadece zenginlerin ve o ülkede faaliyet gösteren uluslararası şirketlerde çalışan yabancıların evcil hayvanları vardı, bu nedenle başkentte muayenehanesi olan veterinerlerin talep ettiği vizite biraz pahalıydı. Büyükelçinin deyişiyle “veteriner yolunacak tavuğu bulmuş olmanın heyecanıyla olsa gerek” bir hafta sonra bu şirin köpeği mutlaka yeniden görmesi gerektiğini söylemişti. Saltıray E.’nin herife bir dolar daha vermeye niyeti yoktu. Yoktu ama bunu karısına, pardon “Hanımefendiye” söylerse kıyamet kopabilirdi. Tanrı göstermesin, bir de köpek ölürse bütün ihale kendisine kalırdı.
Babası -ışıklar içinde yatsın- Bakanlığın alt seviyeli memur kadrolarından birinden emekli olmuştu ve kendisinde hiç de iyi hatıralar canlandırmasa da elisıkılığı ondan tevarüs etmişti. Babasının görev yaptığı bir Asya ülkesinde iki yıllık bir üniversiteden mezun olmuştu, Türkiye’ye döndüklerinde iş bulamayınca babasının vakti zamanında maiyetinde çalıştığı ve o sırada Bakanlıkta üst düzey görevlerden birinde bulunan bir Büyükelçiye rica etmesi üzerine önce alt kadrodan memur yapılmış, fakat orada durmamış, yine babasının boynunu bükerek yaptığı rica-minnetle, Teşkilat Kanunundaki istisnai hükme dayanılarak önce meslek memurluğu (yani diplomatlık) sınavına giriş başvurusu kabul edilmiş, sonra da sınavı geçmesi temin edilmişti. Fakat Bakanlığa girdikten sonra, kendisi için imkânsızı başaran bu babanın oğlu olmaktan dolayı müthiş bir utanca kapılmıştı. Bunun nedeni babasının düşük statüde bir memur olması ve elisıkılığından kaynaklanan değişik huylarıydı. Mesela bir aralar, boş şişeleri biriktirerek satmaya kadar işi götürmüştü. Bu yüzden kendisine “ha, sen falanın oğluydun, biz onunla filan yerde çalışmıştık” gibi laflar edenlere müthiş bir kin beslerdi. Hatta “baba” sihirli kelimesini sarfederek adeta bir düğmeye basar gibi kendisini içindeki aşağılık kompleksi uçurumuna ittiklerini bilmeden ona masumca ailesi hakkında soru soranlar da bu düşmanlıktan payını alırdı. Onlar hakkında gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan garip dedikodular üretirdi. Daire Başkanı iken altında çalışan bir memur “Efendim sizin babanız da Bakanlığımız memurlarındanmış” deme gafletinde bulunduğu için kendisinden izin alarak bir iş için dışarı çıktığında Genel Müdür Yardımcısını arayarak “Yahu ben bu herif kadar asi birini görmedim, şimdi gelip ‘ben dışarı çıkıyorum’ dedi, ben nereye gittiğini sorunca da ‘siz bana hesap soramazsınız’ diyerek kapıyı hızlıca çarpıp gitti” diyerek hemen ona gününü göstermişti. Daire Başkanıyla arasında hiçbir şey geçmediğini “yemin, billahlarla” anlatan memur kendisine kimseyi inandıramamıştı. Aslında o ucuz atlatmıştı, bir başkasından intikamını beraber çalıştığı insana “oda arkadaşın senin hakkında bütün işleri bana yıkıyor diye şikâyette bulunuyor” diyerek almış, koca Daire Başkanının bu tür ucuz yalanlara neden başvurduğunu bilmesi mümkün olmayan zavallı memur da arkadaşıyla büyük bir kavgaya tutuşmuştu. Ölüm döşeğindeki babası kendisini görmek istediğini doktor aracılığıyla ilettiğinde, “Onunla bizim hiç baba-oğul ilişkimiz olmadı ki” diyerek bu son isteği reddetmiş, fakat Bakanlıkta taziyeleri kabul ederken, “İnsan kaç yaşında olursa olsun, babası öldüğü zaman yetimliği hissediyor” gibi başkalarından duyduğu lafları sarf etmekten kaçınmamıştı.
Saltıray E. tasarruf genelgesini paraflayıp kenara koymuş ve bir sonraki telgrafa geçmişti, ona da öyle üstünkörü bakıp geçecekken, işte tam o sırada, gözleri parlayıvermiş, yüzünü birkaç gündür kaplamış mutsuzluk ve karamsarlık tablosu sanki bir fırça darbesiyle sevince dönmüştü. Gerçi mütemadi bir gerilim ve kindarlığın çizdiği hatlarla tamamlanmış bir resme benzeyen yüzünde tebessüm adeta gülerken ağlayan bir adamı hatırlatan garip şekiller ürettiğinden onu tanımayanlar bir felaket haberi aldığını zannedebilirdi. Telgrafta Sanarum Sağlık Bakanlığı’nın başkentin bazı hastanelerindeki acil hastaları tedavi etmek üzere Türkiye’den geçici doktor talebinin uygun bulunduğu bildirilmekteydi. Türkiye, iki ülke arasındaki dostane ilişkilerin ve Afrika’nın gelişmesine katkıda bulunma taahhüdünün bir gereği olarak bir doktor heyetini, birkaç haftalığına geçici olarak görevlendirecekti. Heyet beraberinde sağlık malzemesi ve ilaçlar da getirecekti. Büyükelçi bu telgrafa cevaben doktor heyetine bir veterinerin de hayvan ilaçlarıyla birlikte eklenmesinin talep edildiğini yazdı. Bunun üzerine sağlık heyetine bir veteriner de dâhil edilmesi Bakanlıkça uygun bulundu.
Sanarum’a ulvi insani hizmetler gerçekleştireceği umuduyla gönüllü olarak giden vatanperver veteriner, Büyükelçinin köpeğiyle yakından ilgilenmek dışında yapacak başka bir işi olmadığını hayretle öğrenmişti. Büyükelçi, şapkadan tavşan çıkarmayı başarmış ve köpeğinin tedavi faturasını, veterinerin yol, iaşe ve ibate masrafları hesaba katıldığında yaklaşık üç-dört katına çıkararak da olsa devlete ödetmenin bir yolunu bulmuştu. Kendisini bin bir virüsün kol gezdiği Afrika kıtasında görevlendirdiği halde, besbelli ki Avrupa’nın steril ortamından sonra yeni çevreye uyum sağlayamadığı için hastalanan köpeğinin tedavi masraflarını karşılamayan devlet bunu evveliyatla haketmişti.
Bütün bunlara rağmen Büyükelçinin tasarruf genelgesinin uygulanması konusunda gösterdiği hassasiyeti kimse sorgulayamazdı. Nitekim veterinerin Türkiye’ye müteveccihen uçağa bindiği sıralarda öğle yemeğine çıkarken odasının ışığını kapatmayı unutan İkinci Kâtibi “Siz Bakanlığın gönderdiği genelgeleri okumuyor musunuz? Bir ekonomik krizden geçtiğimiz için tasarrufa azami önem vermemiz gerektiğinin farkında değil misiniz?” diye sert bir şekilde ikaz etmişti.
Peliza Büyükelçiliği Başkâtibi U.Ö. de aynı tasarruf genelgesini burnundan soluyarak okumuştu. Devletin bu başkatibini sinirlendiren şey, artık kâğıt sarfiyatını azaltacak olmanın getirdiği stres değildi. Bugüne kadar Bakanlığın böyle genelgeler yayınladıktan sonra uymayanları tespit etmeye çalıştığına ve hesap sorduğuna şahit olunmamıştı. Aslında bu kadar gergin olması için ortada görünür hiçbir neden yok gibiydi. Aksine belki çok mutlu olmalıydı. Yeni görüşmeye başladığı kız arkadaşıyla Hawaii’de yirmi gün süren bir tatilden dönmüştü. Her şey yolunda gitmişti ama bu tatil ona on bin dolardan pahalıya patlamıştı. Önceki sevgilisi eli sıkılığına tahammül edemeyip kendisini terk etmişti. Yenisini bulana kadar epey sıkıntı çekmişti. Bir daha aynı felaketi yaşamak istemiyordu. Bir nevi mecbur kalmıştı.
İşte böyle karışık duygular içerisindeyken belki kur farkından üç beş dolar fazla yatmış ise teselli bulmak için o ayki maaş bordrosunu incelemeye karar vermiş ve o anda beyninden vurulmuşa dönmüştü. Maaşından 2,5 dolar (yazıyla, ikibuçuk) Konsolosluk Sandığına kesinti yapılmıştı. Bu kesintiler normalde Konsolosluk hesaplarına bakan diplomatın maaşından alınıyordu. Vakti zamanında kimsenin hangisi olduğunu hatırlamadığı bir Büyükelçilikte, bir memur bütün konsolosluk hasılatını zimmetine geçirip harcayınca, devlet bütçesinin bir daha benzer bir sabotajla delinmemesi için bir “sandık” oluşturulması kararlaştırılmıştı. İşte bu 2,5 dolar oraya gidiyordu. Fakat Büyükelçilikte Konsolosluk işlerinden sorumlu diplomat başka bir yere atandığı için o ay görevinden ayrılmakta ve yerine başkası gelmekteydi. Arada on beş gün boyunca boşluk oluşacağı için İdari ve Mali İşler Dairesi (İMAD) ikisinden de yapamadığı zorunlu kesintiyi, esasen bu boşluk sırasında Konsolosluk Şubesinden geçici olarak sorumlu bulunan Başkâtibin maaşına yansıtmıştı. Başkâtibe göre bu kabul ve tahammül edilemez bir haksızlıktı. Konsolosluk Şubesine kendisi sadece geçici olarak bakacaktı, bu itibarla hiçbir kesinti yapılmaması gerekirdi. Bu haksızca işlemin düzeltilmesi için hemen İMAD’ı aradı. İMAD görevlisi bunun mutat bir uygulama olduğundan bahsediyor, Başkâtibin infialine bir anlam veremiyordu. Bıkmadan aynı argümanları tekrarlayan Başkâtip durmadan aynı cevapları alıyordu. Konuşmanın 45. dakikasında U.Ö. kendisinin Konsolosluk şubesine sadece on beş gün bakacağı için kesintinin 1,25 dolar olması, diğer yarısının ise yeni gelen diplomatın maaşından kesilmesi gerektiğini iddia etti. Böylece İMAD görevlisini pes ettirmeyi umuyordu ama Konsolosluk kesintisinin bölünmesinin mümkün olmadığı cevabını aldı. Büyükelçilik telefonundan yapılan ve devlete maliyeti dakikası yaklaşık bir dolar olan bu konuşma bir saate yakın sürdükten sonra U.Ö.’nün konuyu telgrafa dökeceğine ilişkin tehdidiyle bitti. Başkâtibin en güçlü üslubu ve bütün yeteneklerini istimal ederek yazdığı telgraf Büyükelçinin sağduyusuna takıldığı için çekilemedi.
Telefonu kapatan İMAD görevlisi, Sanarum’a gönderilen veterinerin harcırahına ilişkin Olur Belgesini tahakkuk için ilgili şubesine ilettikten sonra, Lizbon Büyükelçiliğimizin Portekiz’deki meşhur bir müzik festivaline bir Türk sanatçının da iştirak edebilmesi için talep ettiği 500 doların karşılanamayacağına ilişkin telgrafı yazmak üzere bilgisayarının başına geçti. Sanatçımızın uçak bileti tarafımızdan karşılandığı takdirde diğer masraflarını Festival idaresi üstlenmeye hazırdı. Bu mütevazı katkı sayesinde başkentin belli başlı noktalarına asılan festival afişlerinde bayrağımıza da yer verilecekti. Evet, hakikaten güzel bir tanıtım fırsatıydı, fakat tasarruf tedbirleri çerçevesinde kültür işlerine ayrılan ödenek yüzde 80 azaltılmıştı, 40 dolar bile katkıda bulunulabilmesi maatteessüf mümkün olamamaktaydı.
Yorumlar
Yorum Gönder