Ana içeriğe atla

MERİTOKRATİK SESSİZLİK

Koca Bakanlığın zadegân kadrosu, takdir edersiniz ki, birkaç diplomattan teşekkül edecek değildir, bu itibarla Deha O’yu türünün tek örneği olarak sunmak onu büyük bir haksızlığa maruz bırakmak anlamına gelir ki bu kendisinin hiç alışık bulunmadığı tavırdan içtinap ederiz. Nitekim Müsteşar Asabıbozuk’la yaptığı o özel görüşmede Yardımcısının gündemi sadece “kifayetsiz muhteristen” ibaret değildi. Bir de talihli diplomat vardı. Bakanlıkta meritokrasi denen gavur icadı, sadece, o da bir nebze, asaletlerini nereye dayandırdıkları bizlere yarı-meçhul olan bu zadegân arasında işletilir. Geri kalan geniş kitle ise kast sisteminin altında kalıyor olma bahtsızlığından dolayı ancak ve ancak zadegânın burun kıvırdıkları, kendilerine layık görmedikleri görevlerde istihdam edilirler. Alt tabakanın kendi içinde de, şartlar muvacehesinde, liyakate dayanan bir sistem tesis edilmesi için elden gelen çaba gösterilir. Türk Hariciye meritokrasisinde tayin ve atamalarda siyasi kayırmacılık kesinlikle tasvip edilmezken onun yerine oligarşik himaye düzeni tercih edilir. Buna göre sizin kim olduğunuz değil hangi aileden veya çevreden geldiğiniz önemlidir. Bu bakımdan kendi yeteneklerinizden ziyade ailenizin veya çevrenizin sizin için yapabileceklerine kıymet verilir. 

İzlanda'da ironik Meçhul Bürokrat heykeli

Babası ve dayısı emekli büyükelçi mertebesine ulaşmış bu talihli diplomat mevzubahis hakikatleri adeta karakterine sindirmişti, kendisi gibilerin kariyer basamaklarında tırmanmak için konuşma ve çalışma külfetlerine girmesine hiç de lüzum bulunmadığını bilmenin verdiği erdemle tembellik ve sessizliğiyle temayüz etmişti. Bir günde yazılabilecek bir tutanağı bir haftada ofluya pufluya ancak bitirebilir, eğer hazırlaması gereken daha acil bir yazı çıkmışsa öncekini beceriklice unuturdu. Denebilir ki bu sonuncusu ondan sadır olduğu görülen tek ustalıklı fiildi. Kendisiyle aynı ortamda saatlerce otursanız bile sizi hiç tepki vermeden dinleyebilirdi. Bu eksikliğini karısı onun yerine de konuşarak kapatmaya çalışır, bazen ağzından eşini tasdik edici, yarı nefesle hızlıca ve kısık sesle "Evet, evet" ve "Tabi, tabi" gibi ifadelerde bulunduğu duyulur gibi olurdu veya biz öyle zannederdik. Kelamdan nefret edermişçesine bir istiğna içerisinde kendisini dervişane dinlemeye adarken muhatabının anlamsız bakışlara eşlik eden derin sessizlikten sıkılabileceğini hiç hatıra getirmezdi. “Söz gümüşse, sükût altındır” deyişini öylesine benimsemişti ki, onunla kısa sürede sohbetiniz bir monoloğa dönüşür ve bir süre sonra kendinizi sanki duvardaki bir fotoğrafa konuşuyormuş gibi hissederdiniz. Hele resmi bir yemekte yanyana oturma şansı size isabet etmişse, kafasını hafifçe sallayarak gülümsemeye çalışırken farkında olmadan yaptığı garip işmîzazlarla sizi dinleyen ama zinhar iki laf edemeyen bu zatı muhteremle mükâlemenizin sizde bıraktığı kekremsi tatla sofradan ayrılırdınız.

Dayısının telkinlerini dinleyip beş yıldır yurtdışı tayinine çıkmayarak Ankara’da metanetle Büyükelçi atanmayı bekleyen bu diplomatın sadece sessizliği sayesinde topladığı varsayılan birikmiş altınlarının karşılığını alma zamanı geldiğini iddia eden Müsteşar Yardımcısı işinin “kifayetsiz muhteris” meselesindeki kadar kolay olmayacağının farkındaydı, o yüzden zihni hazırlığını iyi yaparak Asabıbozuk'un karşısına çıkmıştı:

- Efendim, bir de Tonguç’la ilgili bir maruzatım olacaktı.
- Tonguç kimdi yahu?!
- Babasından hatırlarsınız, siz Avbir’deyken (Avrupa Birliği Daimi Temsilciliğinde) o da Brüksel Başkonsolosuydu.
- Ha şu İstenç’in oğlu Tonguç… Ne olmuş, Genel Müdürü mü şikâyetçi?
- (Müsteşar Yardımcısı içinden bir “eyvah” çekerek) Hayır efendim, biliyorsunuz onun dairesi bana bağlı değil. Fakat benim duyduğum kendisinden çok memnunmuş amirleri.
- (Şaşırarak) Öyle mi, o zaman hiç göstermiyorlar. (Güler)
- (Müsteşar Yardımcısı işinin tahmin ettiğinden de fazla müşkülatlı olduğunu farketmenin sıkıntısı içinde istemeyerek de olsa sorar) Hayrola efendim.
 
- Biliyorsun Suriye sınırındaki mülteci krizi sonrası sınır vilayetlerinde hızlıca bürolar açmak zorunda kaldık. İş yoğunluğu az olan Daire Başkanlarını orada iki haftalığına geçici görevlendiriyoruz. Personel Dairesi sıraya bu Tonguç’u da koymuş. Birinin memurunu alınca, “acaba bizim dairelerin fazla çalışmadığına ilişkin bir izlenim mi var ki, böyle memurumu alıyorlar” diye soluğu Personel’de alıp “iş yoğunluğundan aslında ilave memura ihtiyaç duydukları bir zamanda böyle bir görevlendirmeyle çok zor durumda kaldıklarından” bahsediyorlar. O kapıyı kapatmak için listeyi bizzat onaylayıp eğer itiraz eden olursa bana gelsin demiştim. Bu Tonguç’a zaten verdikleri doğru düzgün bir iş de olmadığı için görevlendirmesi sıkıntı olmaz diye düşünmüşler. Fakat Genel Müdürü bana geldi ve “Efendim, Bakanlığımızın itibarı için bunu söylemek zorundayım, Tonguç o işi kesinlikle yapamaz, çok fena rezil oluruz” dedi. Ben de “Yahu iki hafta bütün işi Valilikle koordinasyonu sağlamaktan ibaret olan bir büroyu yönetemeyecek mi? Biz zorda kalınca oraya ondan on yıl daha az kıdemli Başkâtipleri bile gönderiyoruz” diye tepki gösterdim ama öyle şeyler anlattı ki beni ikna etti.
 
- (Müsteşar Yardımcısı hiç de istemediği mecralara kayan konuyu değiştirerek meseleye doğrudan girmeye karar verdi) Efendim, biraz içine kapanık bir çocuk. Fazla stres olunca eli ayağı birbirine dolaşabiliyor, iyice nutku tutuluyor. Onu karakterine uygun bir işe, yani bir Büyükelçi pozisyonuna atamak iyi olur diye düşünüyoruz.
- Ne! delirdiniz mi yahu? İki haftalığına küçücük bir büroya atamak için bile güvenemediğimiz adamı sefir mi yapacağız? 
- Haklısınız. Ben de lisanı münasible bunları anlattım aslında ama dayısının bastırması sonucu bir fırsat verilmesi fikri ağır bastı.
- (Müsteşar Asabıbozuk jetonu yeni düşmüşlere has bir yüz ifadesiyle birden sakinleşir) Dayısının benimle niye görüşmek istediği şimdi anlaşıldı…
- Malumunuz dedesini de geçenlerde kaybetti çocuk…
- Yahu ne çocuğu, 40 küsur yaşında adam… Dedesi doksanında öldü.
- Evet… yine de çok sarsıldı… yani şu bahsettiğiniz başarısızlığı da biraz onunla ilgili aslında…
- Yahu bari bana bunu yapma… Tonguç’u bilmiyor muyum ben… 
- (Müsteşar Yardımcısı taşa çarpmış olmanın verdiği sarsıntının onu pes ettirmesine müsaade etmeden, usta diplomatlara yakışan bir manevrayla başka bir cepheden saldırıya geçti) Dayısıyla bir samimiyetiniz var mıydı?
- Ya hiç sorma... Maalesef… Aslında ben kendisinden pek hazzetmem de… Eşler birbirlerini yakından tanıyor… Bir de Necil aradı, “görüşsen iyi olur” dedi. Anlayacağın dört koldan sarıldık.
- (Müsteşar Yardımcısı içinden derin bir oh çekti, saldırıya geçti.) Efendim, ben diyorum ki, şu yeni açılan Büyükelçiliklerden birine atayabiliriz. Böylece biraz gözden ırakta olur. Oraya bir yetkili gittiğinde biz önden bir ekip gönderir her şeyi ayarlar, yükünü hafifletiriz.
- Öyle mi diyorsun.
- Yani kimler Büyükelçi olmadı ki bu Bakanlıkta… (güler) Bu çocuk vallahi onların çoğundan kötü değil. Müsterih olunuz!
 
- Haklısın, meşhur Vecihi vardı, rezidansının damına leylekler pisliyor diye Astonya Dışışleri Bakanlığına nota vermişti. (Kahkahayı patlatır.) Aston protokol müdürü, bizim protokolcüyle ilk karşılaştığında (İngiliz aksanını taklit etmeye çalışarak) “Your ambassador has a very strange character”* diye söze başlamış. (Asabı bozulur, gülmeye devam eder) Merkezden acil bir telefon ya da telgraf gelir de hemen cevap veremeyiz diye tüm memurlarını Cumartesi günleri bile çalıştırıyordu. O sefirken ben oraya bir toplantıya gitmiştim, meşhur bir parkı gezmek istedim, “Ben de seninle geleceğim” diye tutturunca mecburen beraber gittik. Bana yolda "Biliyor musun, iki yıldır buradayım ama bu parka ilk kez gidiyorum" diye yakındı. Şaşkınlıkla nedenini sorduğumda, ciddi bir tavır takınarak "Ankara'dan yıldırım bir telgraf geldiğinde yetişemem. Gidişi bir saat, bir de dönüşü var" demez mi... Yüzüne baktım, şaka mı yapıyor diye. Yok yapmıyordu. (Biraz daha gülüp toparlanır) Neyse... Tonguç, Vecihi'den kötü değil! İyi o zaman, sen de öyle diyorsan ben Bakanla konuşurum. Bu sene Tarlakistan açılıyor, oraya göndeririz... Artık Bakana “çok soğukkanlı, teeniyle hareket eden bir arkadaşımızdır” diye satacağız. Yanına da şu "kifayetsiz muhterisi" müsteşar olarak atarız, (Bu fikrini beğendiğinden muzipçe gülümser) onun memuriyeti iyidir, bizimkinin arkasını toplar, kafamız da rahat eder.

Talihli diplomat Tonguç bey böyle ince işçiliklerle domino taşları gibi dizilen koltuk çıkmalar sonucu Sefirlik makamına çıkmayı başardı. Siz onun artık orada kalacağını ve hikâyenin bu trajik sonuçla biteceğini zannettiniz değil mi? Hariciyeyi hiç tanımadığınızı yine çok belli ettiniz. Bu zevat her zaman biraz “humor” ister, o yüzden onları sadece trajikomedi tatmin eder. Büyükelçiliğinin üçüncü yılını geçtiğimiz günlerde dolduran Tonguç bey modern görüntüsüne hiç yakıştıramadığı halde, mevcut düzene lanet ederek de olsa İslamcı hükümete yaranmak için bir de bıyık bıraktı. Vakti zamanında, yazılı sınavı çok iyi notlarla geçen bir sekreter adayını, sırf bıyıklı diye beğenmediğinden mülakatta düşük not verip işe alınmasına mani olduğu günler çok geride kalmıştı. Dayısının özel sohbet ortamlarında ifade ediş şekliyle “Devlet ve milletin selameti adına dünyanın ücra bir köşesinde büyük bir özveriyle çalışmakta olan yeğeninin imza attığı büyük başarılar, maalesef görev yaptığı ülke göz önünde bir yer olmadığı için kimse tarafından takdir edilmemektedir. Bu mağduriyetin artık giderilme vakti gelip geçmektedir.” Kendisinin Avrupa’nın şimdilik küçük bir ülkesine Büyükelçi atanmayı evveliyatla hak ettiği hususu, malumunuz konuşmayı pek de sevmediği için, dayısı tarafından Bakanlık üst düzeyi nezdinde yapılan yoğun kulis faaliyetlerinde sık sık dile getirilmektedir. 

*"Büyükelçinizin çok garip bir karakteri var."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arnavutlar

Arnavut ırkı -kendi dillerinde “şkiptar”-, ari ve yerli-otokton bir ırktır. Bu şu demektir; Slavlar veya Türkler gibi gelip başka bir bölgeden Balkanlara yerleşen bir ırk değildir.  Türkçe'deki Arnavut kelimesi bir güney Arnavut (Toska) aşireti olan 'Arvanit'lerin  Türkçeleştirilmiş şeklidir. Arnavutlar ülkelerine "Kartallar Yuvası" anlamında Shqiperia  (okunuşu Şkpria) derler. Diğer dünya dillerinde ise 'Albania' (Albanya) kelimesi  kullanılır.  "Kartal ülkesi" simgesi, Arnavutluk bayrağının çift  başlı kartaldan oluşan motifinin de kaynağıdır (Çift-başlı kartal figürü Hititler'den başlar, Romalılarda sarı zemin üzerinde görülür, bugün pek çok devletin bayrağında bulunur.) Balkanlar’da beş ayrı devlette yaşayan Arnavutlar, Arnavutluk ve Kosova'da çoğunluk, Makedonya, Karadağ ve Sırbistan'da (Preşova bölgesi) azınlık durumundadırlar. Arnavutluk Bayrağı Arnavutluk 'un  3 milyonluk nüfusunun yaklaşık yüzde 90'ı Arnavuttu...

Her şeye rağmen (ŞİİR ÇEVİRİSİ)

Her şeye ve her şeye rağmen Aptallığa, dalavereye ve her şeye rağmen, Yine de biliyoruz ki: insanlık  Zaferi kazanacaktır her şeye rağmen Trotz alledem und alledem, trotz Dummheit, List und alledem, wir wissen doch: die Menschlichkeit behält den Sieg trotz alledem - Ferdinand Freiligrath (ö. 1876) (Tercümesi tarafımdan yapılmıştır.)

BOZUK SAAT (I)

Büyükelçi Deha O’nun saat merakı hariciyeye intisabıyla başladı. O sıralar Bakanlıkta Genel Müdür olan amcasından, saatinin durması yüzünden sabah erken saatlerde gerçekleşen önemli bir toplantıya nasıl geç kaldığını, amirinden işittiği azarı ve bu olayın etkisiyle meslek hayatının geri kalan bölümünde ihtiyatlı hareket ederek her zaman iki saat kurmadan yatmadığını defalarca dinlemiş olmasının etkisiyle kendisi memuriyetinin daha ilk günlerinden itibaren bir değil iki saatin ziliyle uyanmayı adet edinmişti. Üç yıl sonra ilk yurtdışı tayinine çıkıp da yeni evine yerleştiğinde, her sabah aynı saatleri görmenin sıkıcılığından kurtularak hayatına biraz renklilik katmak istediğinden olsa gerek bir üçüncü saat daha aldı. Sonrasında her gittiği yabancı şehirden bir yâdı cemil olarak satın aldığı saatlerden küçük bir koleksiyon oluşturdu. Tabiatıyla saatlerin sadece ikisini uyanmak için kurar, geri kalanları ise süs eşyaları gibi evinin farklı odalarına dağıtırdı. Büyükelçi olarak atandığı bu...