Ana içeriğe atla

SU BÖREĞİ

Büyükelçi Nahit D’nin keyfi iyice kaçmıştı. Görev yaptığı Batılı ülke olan Aragonya Meclisi’ndeki Türkiye dostluk grubu başkanı K.L. bir gazeteye verdiği mülakatta Türk Başbakanı yerden yere vurmuştu. Bakanlıktan acil kayıtlı bir telgraf gelmesi çok uzun sürmemiş ve Büyükelçiden “K.L. ile temas ederek duyduğumuz hayal kırıklığı ve kızgınlığı en net şekilde dile getirmesi ve açıklamalarını derhal geri çekmesini beklediğimizi bildirmesi” istenmişti. 


Bakanlık üst düzey görevlerinden birine talip olan ve bunun için ciddi kulis faaliyetleri yürüten Nahit D bu talihsiz hadisenin hükümetin gözüne girmek için o güne değin harcadığı onca emeği heba etmesinden endişe ediyor ve telgrafın gereğini en iyi şekilde yerine getirmeyi çok önemsiyordu. Fakat bu biraz onun için müşkülâtlı bir iş olacak ve tüm hünerlerini ortaya koyması gerekecekti. Şöyle ki Büyükelçi, başta K.L. olmak üzere görüştüğü Aragonyalı yetkililere kendisi hakkında bambaşka bir imaj vermişti: Türkiye’deki İslamcı hükümeti o da tasvip etmiyordu, kendisi seküler ve Batı yanlısı bir kişilikti. Büyükelçi, aldığı talimatı yerine getirmek üzere cep telefonundan milletvekili K.L.’yi aradı ve aralarında Türkçe tercümesini verdiğimiz şu konuşma geçti;

- Nasılsınız, uzun zaman oldu görüşmeyeli…
- İyiyim, sizi sormalı?
- Valla ne olsun… Biliyorsunuz nelerle uğraştığımı… Diyorum ki bizim rezidansta yarın başbaşa bir akşam yemeği yiyelim… Konuşacak çok konu birikti…
- (K.L. isteksizdir) İyi olurdu fakat yarın akşam müsait değilim…
- Öğlen de olur…
- Öğlen de maalesef benim için uygun değil…
- (Büyükelçi ısrarlıdır) Kahvaltıda da bir araya gelebiliriz… Su böreğini özlemişsinizdir…
- (Su böreğine yönelik zafiyetinden vurulan K.L. pes eder.) Sabah 8 gibi olabilir. Fakat maalesef uzun kalamayacağım. Erken saatlerde parlamentoda bir toplantıya katılmam gerekiyor.
- Tabi tabi, zaten malumunuz parlamento rezidansa çok yakın.
- Tamam, o zaman yarın görüşmek üzere…

Operasyonun ilk aşamasını bu şekilde başarıyla tamamlayan Büyükelçi biraz rahatladı. Öte yandan, ertesi sabah 11’de Türkiye’den iktidar partisine mensup iki milletvekili bir uluslararası toplantıya katılmak üzere o Batılı başkente geliyordu. İçlerinden biri Dışişleri Bakanıyla aynı ilden milletvekiliydi. Hatırlı dostları sözkonusu milletvekilinin Bakanla arasının çok iyi olduğunu ona haber vermişti. Bu tip bağlantılar önemliydi, şu anki Bakanla ona çok yarayan tanışıklığını, 28 Şubat döneminde herkesin burun kıvırdığı cüzzamlı bir milletvekiliyken kendisine bir kahve ısmarlaması sayesinde elde etmişti. Bu konuda dostlarının hakkını yiyemezdi, yoksa adamı yolda görse selam vermezdi. İslamcı siyasetçilerle yakın ilişkili dostu Gürkan N “Tanrı esirgesin ileride bunlar hükümete gelirse Dışişleri Bakanlığı koltuğuna muhtemelen bu vekilin oturacağını” haber vermiş ve fazla görünür olmadan dışarıda bir kahve ısmarlamanın bir zarar getirmeyeceği gibi belki yakın gelecekte faydası bile olabileceğini hatırlatmıştı. Aslında bu hatırlatma o zamanki Büyükelçiye yapılmıştı ama o meşhur siyasi öngörülerinden biriyle Türkiye’de “dincilik” defterinin artık tamamen kapanmak üzere olduğunu beklediğinden böyle bir iltifat göstermeyi kendisine zül addetmiş, bu işi Birinci Müsteşarına devretmiş, o da aşırı ihtiyatlı bir karakter olduğundan bu angaryayı ikinci Müsteşar Nahit D’ye yıkmıştı. 

Gürkan N bu milletvekilini tav edecek bazı konuşma notlarını da paylaşmıştı. Bunlar “Batılı devletlerin en takdir edilesi yönlerinden biri, ifade ve din özgürlüklerinin ulaşmış bulunduğu seviyedir”, “Benim dedem çok inançlı bir adamdı, gece namazlarını bile aksatmazdı, öldüğünde babamın okuttuğu mevlüdü hiç unutamam” kabilinden sözlerdi. Bu adamlara zırnık koklatmaya tahammül edemediği için parasını Büyükelçilik hesaplarından karşılattığı bir kahveye dayanan bu münasebetin, ne denli işine yarayacağını o zamanlar tahmin bile etmesine imkân yoktu.

Uzun yıllara vabeste bu tür tecrübelerine binaen, ertesi günü gelen milletvekillerini bizzat havalimanında karşılamaya karar vermişti.  K.L.'yle kahvaltı yaptıktan sonra görüşmenin içeriğini Ankara’ya bildirmek için bu nedenle fazla vakti kalmayacaktı, oysa telgrafı daha kahvaltı masası toplanırken göndermiş olmak istiyordu. Böylece hükümet nezdinde daha fazla puan kazanabilirdi. Bu tür netameli işlerde en fazla güvendiği Müsteşarlardan olan Barçın T’yi odasına çağırdı:

- K.L.’yle görüştüm, yarın sabah rezidansa kahvaltıya geliyor.
- Öyle mi? Büyük muvaffakiyet efendim!
- (Bu tepki Büyükelçinin hoşuna gider ve heyecanını daha da arttırır.) Yarın sabah havalimanına da gideceğim için vaktim olmayacak, telgrafı şimdiden yazalım. 
- (Barçın T henüz gerçekleşmemiş görüşmenin tutanağının yazılması emrine ilişkin hiçbir şaşkınlık emaresi göstermeden) Tabi efendim. 
- Şöyle yazalım: Sözkonusu mülakatın sosyal medyada yayılması üzerine hemen K.L. ile temas ederek derhal kendisini Büyükelçiliğe çağırdım. Bunun üzerine Büyükelçiliğe gelen K.L.’ye, verdiği mülakatın kabul edilemez olduğunu, bizde büyük hayal kırıklığı ve kızgınlık yarattığını, eğer mülakattaki ifadelerini geri çekmezse dostluk grubu başkanlığını yürütmesini artık istemediğimizi en sert bir dille belirttim. 
- Efendim, sanki biraz ağır olmadı mı? Sonra istifa etmezse zor duruma düşebiliriz. Burayı yumuşatayım isterseniz…
- Yahu adam bırakmak istediğini bana daha önce söylemişti zaten... Neyse sen yazmaya devam et…
- “K.L. bu görevi kendisine parlamentonun verdiği, Büyükelçi olarak benim hiçbir söz hakkım olmadığı şeklinde bir yanıt vermeye yeltendi. Cevaben, bu durumda kendisi başkanı olduğu sürece Türkiye dostluk grubunu yok sayacağımızı, Başbakanımıza yapılan bu hakareti kabul etmemizin mümkün olmadığını açıkça ifade ettim.” Tamam, bu kadar yeter. Sen bunu hazırla, sonunu da bir şekilde bağla, benim telefonumu bekle, ben sana talimat verince hemen çok acele kaydıyla çekersin.

Ertesi sabah Nahit D ve K.L. kahvaltıda biraraya geldiler. Büyükelçi kahvaltının mükellef bir şekilde hazırlanması için aşçıya talimat vermişti. Kamil ustanın bin bir emekle gün doğmadan kalkarak hazırladığı taze böreklerin bayıltıcı kokusu tüm ikametgâhı sarmıştı. Büyükelçi sohbeti K.L.’nin milletvekili seçildiği şehre ilişkin anılarından bahsederek açtı, o şehri ziyaret ettiği zaman K.L.’nin eskiden rektörü olduğu üniversiteyi de gezmişti. Kendisi için hazırlanan özel ikramlarla mest olan K.L.'yle bir süre de börekler üzerine konuştular. Büyükelçi artık asıl konuya geçebilirdi: 

- Gazeteye verdiğiniz son mülakatı okudum.
- Öyle mi, nasıl buldunuz, Dostluk Grubu Başkanıyım diye bana Türkiye hakkında yöneltilen sorulardan bıktım. Başbakanınıza yönelik ciddi bir tepki var. Siyasetçi olarak bu konjonktürde Türkiye’nin dostu görünmek yıpratıcı oluyor. Açıkçası artık başkanlığı bırakmaya kesin karar verdim. Bunu önümüzdeki ay açıklayacağım.
- Tabi anlıyorum. Ben sizin son görüşmemizde belirttiğiniz eleştirileri Ankara’ya yazdım ama biliyorsunuz… (Büyükelçi burada ellerini iki yana, kaşlarını havaya kaldırarak ve başını bir tarafa eğerek K.L.’ye gerekli mesajı verdi) Fakat bu mülakat hükümeti epey kızdırmış. Galiba gazete de biraz abartarak vermiş ifadelerinizi… (Burayı diplomatik bir ustalıkla hızlı geçerek) Sizin başkanlığı sürdürmenizi çok isterdim ama artık ben de ısrar edemeyeceğim… 

O sırada Kamil ustanın muhteşem su böreklerinin lezzetine odaklanmış K.L. Büyükelçinin bu ifadelerini İngilizce “ya, ya” şeklinde cevaplarla geçiştiriyordu. Yani bu “dediklerinizi anladım” demekti. Fakat öyle algılamak isteyen için “dediklerinize katılıyorum” da demek olabilirdi. Büyükelçinin sevincine diyecek yoktu. Artık konuyu değiştirebilirdi. Mülakat meselesini açınca K.L. sanki az da olsa gerilmişti. Önemli bir siyasetçiydi, onunla arasında bir gerilim oluşmasını istemiyordu. Kendisini İslamcı bir hükümetin diplomatı olarak hatırlamasını ise hiç istemiyordu. Bu yüzden konuyu hemen şaraplara getirdi. Büyükelçi aldırdığı son Fransız şaraplarından bahsetti. K.L. Türk şaraplarını da beğeniyordu, bir dahaki sefere rezidansta bir akşam yemeğinde yeni şaraplardan tatmak üzere sözleştiler. Büyükelçi, K.L.’yi rezidansın kapısından yolcu ettikten sonra hemen Barçın T’yi aradı ve acilen telgrafın sonunu bağlamak üzere ikametgâha gelmesini istedi. 

Barçın T önceki gece geç saatlere kadar Büyükelçilikte kalıp Beyefendinin hoşuna gidecek bir sonla telgrafı nasıl bağlayabileceğini düşünmüş, eski dosyaları karıştırmış ve üç farklı taslak hazırlamıştı. Yine akşam saatlerinde Haberleşme Memuruna sabah 7’de sefarette olması gerektiği talimatını vermişti. Kahvaltı 8’de başlayacaktı ama iyi bir diplomat ihtiyatlı hareket ederdi. 

Büyükelçi telgrafın sonunu şöyle yeniden yazdırdı; “K.L. gazetecinin ifadelerini biraz abarttığını belirterek beni yumuşatmaya çalıştı, tavizsiz tutumum karşısında Türkiye’nin tepkisi üzerine görevi yürütmesinin mümkün olmadığını kabul etti ve başkanlığı yakında bırakacağını ima etti. Malumları olduğu üzere adıgeçen daha önce de hükümetimiz hakkında bazı yakışıksız değerlendirmelerini özel sohbetimizde benimle paylaşmış, fakat tarafımdan hak ettiği yanıtları alınca geri adım atmak zorunda kalmıştı. Sonuç olarak, K.L.’nin görevi bırakacağına dair imasında ne derece samimi olduğunu anlamak bakımından bir ay kadar beklenmesi yararlı olacaktır. Kanaatim kendisine karşı tavrımızın kati olduğunu bu görüşmemizde tamamen anlamış bulunan K.L.’nin görevi daha fazla sürdüremeyeceğidir. Başkanlık görevini bırakmaması durumunda tarafımızdan ne tür tepkiler verilebileceğine dair öneriler ayrıca bildirilecektir.” 

Telgraf bu haliyle çok acele ve çok gizli kaydıyla çekildi. Büyükelçi artık o günkü önemli ikinci işine odaklanabilirdi. Milletvekillerinin ziyaret programından Başkâtip Öncel K sorumluydu. Büyükelçinin talimatıyla sipariş edilen çiçeklerin milletvekilerinin otel odalarına yerleştirilip yerleştirilmediğini kontrol ettikten sonra uçağın iniş vaktinden bir saat önce havalimanına giden Başkatip de hassas bir operasyonu yürütümekle görevlendirilmişti. Nahit D bu “halk takımının” koca Büyükelçinin onlar için havalimanında beklediğini görürse kendisini küçümseyebileceğini düşünüyordu. Bunu önlemek için bir taktik uygulayacaklardı; Büyükelçi, makam otosuyla havalimanı yakınlarında yavaş yavaş tur atarken, Başkâtip milletvekillerini karşılayacak ve onlara “Büyükelçimiz aslında sizi bizzat karşılayacaktı, ama Başbakanımız hakkında basına yaptığı kabul edilemez açıklamalarından ötürü fırça çekmek üzere bu sabah K.L.’yi derhal Büyükelçiliğe çağırdı. O görüşme biter bitmez yola çıktı, beş dakikaya burada olur” diyecekti. Böylece Büyükelçi milletvekillerini değil, birkaç dakika da olsa milletvekilleri Büyükelçiyi bekliyor olacaktı. Başkâtibin mühim bir görevi daha vardı, ne yapıp edecek, bir oldu-bittiyle iki milletvekilinden Bakana yakın olanı Sefirin makam otosuna, diğerini ise kendi arabasına alacaktı. Öncel K parlak bir mesleki geleceğe sahip olduğunu ispat ederek bu görevleri bihakkın yerine getirdi.

Giderek otoriterleşen Türk Başbakana yönelteceği eleştirilerle Aragonya’daki genel seçimler öncesi kendi kamuoyunda prim toplamayı planlayan K.L. bir kaç hafta sonra hiçbir mazeret göstermeden Dostluk Grubu Başkanlığı görevinden ayrıldığını açıkladı. Türkiye’deki iktidar medyasında, hükümetin sert tepkisi üzerine K.L.’nin istifa etmek zorunda kaldığı “son dakika” haberi olarak duyuruldu. Türk Başbakan gücünü tüm dünyaya yine göstermişti. 

Müsteşar Barçın T istifa açıklamasını duyunca haberi Ankara’ya bildirmek üzere telgraf taslağını yazmak üzere, bir talimat almayı beklemeden hemen bilgisayarın başına geçti. Büyükelçiye sürpriz yapmak, ona yeteneklerini göstermek istiyordu. Şöyle yazdı;

“K.L.’nin istifa etmeye niyetinin olmadığı ve gazeteye verdiği mülakatı unutturmaya çalıştığı izlenimi edinmemiz üzerine, burada kendisiyle aynı partiden olan milletvekilleriyle görüşmeler gerçekleştirerek, K.L.’nin istifa etmemesi halinde durumun istenmeyen sonuçlara yol açacağını, irademizi kimsenin test etmeye hakkı olmadığını, dünyanın beşten büyük olduğunu, bu tür aşağılamaları kesinlikle kabul etmediğimizi belirttiğimi…” 

Bu minvalde uzayıp giden telgrafı çok beğenen Büyükelçi, “beşten büyük” kısmını çıkardı, çünkü biraz dalkavukluk kokuyordu, iyi bir diplomatın hiç çaktırmadan yağ çekmeyi bilmesi önemliydi, Barçın T bu incelikleri de yavaş yavaş öğrenecekti. Telgrafı imzalayan Büyükelçi, derin bir nefes alarak arkasına yaslandı, merkezde oturacağı koltuğun sıcaklığını şimdiden hisseder gibiydi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arnavutlar

Arnavut ırkı -kendi dillerinde “şkiptar”-, ari ve yerli-otokton bir ırktır. Bu şu demektir; Slavlar veya Türkler gibi gelip başka bir bölgeden Balkanlara yerleşen bir ırk değildir.  Türkçe'deki Arnavut kelimesi bir güney Arnavut (Toska) aşireti olan 'Arvanit'lerin  Türkçeleştirilmiş şeklidir. Arnavutlar ülkelerine "Kartallar Yuvası" anlamında Shqiperia  (okunuşu Şkpria) derler. Diğer dünya dillerinde ise 'Albania' (Albanya) kelimesi  kullanılır.  "Kartal ülkesi" simgesi, Arnavutluk bayrağının çift  başlı kartaldan oluşan motifinin de kaynağıdır (Çift-başlı kartal figürü Hititler'den başlar, Romalılarda sarı zemin üzerinde görülür, bugün pek çok devletin bayrağında bulunur.) Balkanlar’da beş ayrı devlette yaşayan Arnavutlar, Arnavutluk ve Kosova'da çoğunluk, Makedonya, Karadağ ve Sırbistan'da (Preşova bölgesi) azınlık durumundadırlar. Arnavutluk Bayrağı Arnavutluk 'un  3 milyonluk nüfusunun yaklaşık yüzde 90'ı Arnavuttu...

Her şeye rağmen (ŞİİR ÇEVİRİSİ)

Her şeye ve her şeye rağmen Aptallığa, dalavereye ve her şeye rağmen, Yine de biliyoruz ki: insanlık  Zaferi kazanacaktır her şeye rağmen Trotz alledem und alledem, trotz Dummheit, List und alledem, wir wissen doch: die Menschlichkeit behält den Sieg trotz alledem - Ferdinand Freiligrath (ö. 1876) (Tercümesi tarafımdan yapılmıştır.)

Libya'daki petrol kavgası

Libya tarih boyunca üç parçalı bir yapıya sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde üç vilayetten (Trablusgarp, Sirenayka ve Fizan) oluşur ki bu yapı esasen Roma İmparatorluğu dönemine dayanan bir geçmişin yansımasıdır. Öyle ki Doğu ve Batı Roma’nın sınırları da ülkenin tam ortasından geçer. Bu farklılık Bingazi merkezli Sirenayka’nın Maşrik’e, Trablusgarp’ın ise Mağrib’e ait olduğu gerçeğiyle kendisini gösterir. Libya terimi Romalılar için Sirenayka bölgesini ifade eder. Bugünkü anlamıyla ise İtalyanlar tarafından 1911’de bölgeyi işgal ettikten sonra kullanılır. Fizan ise Akdeniz coğrafyasından uzakta Sahra çölünün ortasında Afrika’ya ait bir bölgedir. Ülkeyi güçlü bir ordu ve bürokrasi oluşturarak birleştirip yönetmeyi tehlikeli bulan Kaddafi’nin iç siyaseti “böl ve yönet” düsturuyla kabile liderlerine dağıtılan bol bol paralara dayanmaktaydı. Kaddafi'nin dönemin yükselen Arap milliyetçiliği ve birden akan petrol geliri sayesinde kurduğu despotik idaresinin kendisinden sonra deva...