Ana içeriğe atla

Post-AKP döneminde sol veya seküler bir dalga yaşanmayacak, çünkü...

Yapılan son anketlere göre, AKP-MHP oyları düşme temayülüne girmişken CHP’ye oy veren seçmenlerin sayısında bir artış olmadığı görülüyor. Son seçimlerde İstanbul, Ankara başta olmak üzere pek çok büyük şehir belediyesini önderlik ettiği ittifakla kazanan ana muhalefet partisinin, buna rağmen bir rüzgar yakalayamadığı, seçmen tarafından iktidara bir alternatif olarak görülmediği anlaşılmaktadır. Keza Kadir Has Üniversitesinin on yıldır yürüttüğü “Türkiye Eğilimleri” araştırmalarına göre 2015'de kendisini siyasi açıdan "muhafazakar, milliyetçi, siyasal İslamcı ve ülkücü" olarak tanımlayanların oranı yüzde 51,7 iken, 2020'de yüzde 59,9'a çıkmıştır. Aynı süre zarfında kendisini Kemalist görenler yüzde 25,4'den 10,3'e, sosyalist-komünist görenler yüzde 7,3'den 4,3'e  düşerken, sosyal demokrat olarak tanımlayanlar 9,4'den 13,9'a yükselmiştir. Yani sol cenahta daralma yaşanırken, sağ taban genişlemektedir. Bu tablo bize AKP’den sonra “seküler bir dalga” yaşanacağını öngörenlerin bir yanılgı içerisinde olabileceklerini söylemektedir.

CHP’nin bir iktidar alternatifi olarak görülmemesinin nedenleri çeşitlidir. Öncelikle CHP, 15 Temmuz terör rejimine karşı ilkeli değil pragmatik bir tutum takınmıştır ki bunun seçmene güven aşıladığını söyleyebilmek mümkün değildir. Bu tür kritik kriz anlarında takınılan tutumlar seçmenler tarafından dikkatle izlenmekte, o anki rejimin estirdiği rüzgara kapılmayarak doğru bildiği hareket tarzını cesurca değiştirmeyenler bilahare haklı çıktıklarında seçmen tarafından ödüllendirilmektedirler. Bu anlamda ABD’de Başkan II. Bush dönemi sonrası Obama’yla birlikte yükselen akademik solun, Irak’a müdahale kararına karşı çıkan kişiliklerin öncülüğünde iktidara gelmesi hatırlanabilir. CHP sağ cenahta yaşanan “kan kavgasının” iki tarafı da zayıflatarak kendi önünü açacağı hesapçılığıyla, özellikle akademi ve bürokraside daha güçlü bulunduğunu gördüğü Gülen cemaatinin, hukukun askıya alınması pahasına bir kırıma uğratılarak tasfiye edilmesini, kendisiyle organik ilişkiler içerisinde bulunan, “nasyonal laik” veya "bürokratik Kemalist" olarak nitelendirilmesini daha uygun bulduğum, “ulusalcı, avrasyacı, derin devlet” gibi yer, durum ve kişiye göre farklı adlarla ifade edilen bürokrasi içinde oldukça örgütlü bir kesimin önünü açacağı için faydalı gördü. Yani CHP’nin bakış açısını, ülkenin değil, hatta orta vadede kendi tabanının da değil, devlet içinde örgütlü dar bir çevrenin menfaatleri belirledi. Bürokrasideki Kemalist kadrolar 15 Temmuz rejimini yaşatmak ve meşrulaştırmak için seferber oldular. Böylece CHP anayasal rejimi ve hukukun üstünlüğünü üst üste darbelerle ortadan kaldıran bir iktidara karşı güdümlü ve göstermelik bir muhalefet yaparak başından itibaren gerçek bir alternatif görülme şansını kendi elleriyle geri çevirdi. Türkiye’nin giderek kutuplaşan seçmen haritasında CHP’nin sağ tabanı kendisine yönelmeye ikna etmesi için, geçilen bu tarihi kriz sürecinde, genel olarak ülkenin çıkarlarını öncelediğini ispat etmesi gerekirdi ki bu yaşanmadı. Kılıçdaroğlu, Ecevit yerine Baykal’ı örnek almayı tercih etti.

Bu durumda büyük bir ekonomik çöküşle başlayacağını artık yerli ve yabancı pek çok gözlemcinin de öngördüğü AKP sonrası dönemde CHP dışında bir sol partinin çıkarak, geleceği iddia edilen seküler dalgaya öncülük etmesi beklenirdi ki bunun da herhangi bir işareti görülmemektedir. Aksine seçmenin henüz az da olsa kendilerine yönelik hareketlenme içerisinde bulunduğu yeni partiler, AKP’den ayrılan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu, MHP'den ayrılan Meral Akşener gibi sağ siyasetçiler tarafından kuruldular. Erdoğan’ın giderek aşırı sağa doğru sürüklediği bir tabanın, hem de kendisini bu kadar bir parti ve lideriyle özdeşleştirmişken, ağır bir ekonomik çöküş sonrası, onyıllarca yürütülen aşırı laikleştirme programına rağmen bırakmadığı dini değerler ve siyasi ideolojiden artık vazgeçeceğini öngörmek ne kadar gerçekçidir? Özellikle son beş yıldır oldukça profesyonel yürütülen ağır bir propaganda dalgası altında kalan bu tabanın, “uyandığında” öfkesini yönelteceği kesimlerin kendisini tanımlayan temel değerlerden ziyade “Erdoğan, AKP, Milli Görüş” ve hatta AKP’nin 2013’den itibaren başlayan, ilkine nazaran oldukça kötü geçen ikinci döneminde müttefikleri olan, sağ tabanın kendisinden görmediği “ulusalcılar” olmayacağını kimse iddia edemez.

Aşırı sağın yoğun bir propaganda programıyla, hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi askıya alarak otoriter bir idare kurması ve bu rejimin ülkeyi çöküşe götürmesi bakımından benzer bir örnek olan Nazi Almanyası dönemi ve sonrasında Alman halkının gösterdiği yönelimler bu bakımdan öğreticidir. Almanya II. Dünya Savaşından sonra bin yıllık bazı Alman topraklarını kaybetmiştir, dış güçlerin işgaline uğramıştır, işgalin ilk aylarında her altı Alman kadınından birine tecavüz edilmiştir, milyonlarca evladını cephelerde yitirmiştir, pek çok şehri yaşanamaz halde yıkıntılar içindedir ve ülke nihayetinde ikiye de bölünmüştür. Böyle bir felaketten özellikle geniş sağ tabanın Nazileri sorumlu görmesi, artık o defteri tamamen kapatması beklenebilirdi, ama öyle olmadı. Batı Almanya’da kurulan yeni devlette tam on iki yıl boyunca, halkı aşırı sağ, ırkçı fikirlerden arındırmak için “indoktrinizasyon” denilen bir program yürütüldükten sonra yapılan tüm anketlerde Naziliğin hala Alman toplumunun inanç ve davranışlarını önemli ölçüde belirlemeye devam ettiği tespit edildi. 1962 gibi geç bir tarihte yapılan anketlerde dahi, halkın yarısından fazlasının Hitler’e 20 Temmuz 1944’de gerçekleştirilen suikast girişiminin, vatansever değil “hain” subayların işi olduğuna inandığını gösteriyordu. Fakat şöyle bir ilginç gerçek de vardı: Bu sağ tabanın ülkede, Nazilerin devamı mahiyetinde yeni bir aşırı sağ parti kurulsa bile oyunu büyük oranda orta sağ partisi Hristiyan Demokratlara, yani (bugün Merkel’in liderlik ettiği) CDU’ya vermeyi sürdüreceği anlaşılıyordu. Nedeni basitti: “Kalbimiz aşırı sağ için atsa da ülkenin bir üçüncü dünya savaşı daha yaşamasını istemiyoruz” diyorlardı. Yani aşırı sağın iktidara gelirse ülkeyi yeniden savaşa sokmasından endişe ediyorlardı.

Türkiye’de AKP sonrasında yaşanacak çöküşün, öngörülen en kötü senaryolar gerçekleşse bile II. Dünya Savaşı sonrası Almanyası seviyesine düşme ihtimali düşüktür. Bu durumda sağ tabanın birden bire adeta tüm geçmişini inkar ederek, kimin liderlik edeceği hala belli olmayan seküler veya sol bir rejimi desteklemesini beklemek gerçekçi değildir. İki ihtimal vardır: Ya daha aşırı sağa yönelecektir, ya da artık aşırı milliyetçi ve dini söylemlerle politika yapanlar yerine, hukukun üstünlüğünün tesisi ve ekonomik kalkınmayı önceleyen, muhafazakar değerlere saygılı orta sağ siyasetçilere yönelerek normalleşme arayacaktır. Halihazırda bu profile, lideri AKP’nin başarılı görülen ilk dönem ekonomik siyasetiyle özdeşleşmiş olmasının avantajını taşıyan Babacan uyuyor gözükmekle birlikte Erdoğan sonrasında onun bıraktığı miras yüzünden yaşanacak sancılı ve koatik atmosferde yeni liderlerin ortaya çıkması da mümkündür. Meral Akşener liderliğindeki İyi Parti, orta sağ seçmenden ziyade Bahçeli sonrası MHP tabanını çekmeye odaklanmış gibidir, yine de bunu aşırı milliyetçi bir programla değil, daha ılımlı siyasi vaatlerle yapmaya çalışmaktadır. Keza Davutoğlu’nun da Erdoğan’ın nasyonal laiklerle kurduğu ittifak sonrası belirginleşen aşırı milliyetçi ve otoriter politikalarıyla arasına mesafe koyarak, ılımlı bir siyasal İslam anlayışını temsil etme iddiasında olduğu görülmektedir ki bu da esasen orta sağa doğru bir kayıştır. İlk partilerin hep orta sağdan neşet etmesi ümit verici olmakla birlikte, tarihi süreçlerin bu denli yoğunlaştığı ve kutuplaşmanın bu denli arttığı bir toplumun öngörülmesi imkansız çapta büyük gelişmelere gebe olduğunu kabul etmek gerekir.

(Bu yazı 11 Ocak 2021'de güncellenmiştir.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arnavutlar

Arnavut ırkı -kendi dillerinde “şkiptar”-, ari ve yerli-otokton bir ırktır. Bu şu demektir; Slavlar veya Türkler gibi gelip başka bir bölgeden Balkanlara yerleşen bir ırk değildir.  Türkçe'deki Arnavut kelimesi bir güney Arnavut (Toska) aşireti olan 'Arvanit'lerin  Türkçeleştirilmiş şeklidir. Arnavutlar ülkelerine "Kartallar Yuvası" anlamında Shqiperia  (okunuşu Şkpria) derler. Diğer dünya dillerinde ise 'Albania' (Albanya) kelimesi  kullanılır.  "Kartal ülkesi" simgesi, Arnavutluk bayrağının çift  başlı kartaldan oluşan motifinin de kaynağıdır (Çift-başlı kartal figürü Hititler'den başlar, Romalılarda sarı zemin üzerinde görülür, bugün pek çok devletin bayrağında bulunur.) Balkanlar’da beş ayrı devlette yaşayan Arnavutlar, Arnavutluk ve Kosova'da çoğunluk, Makedonya, Karadağ ve Sırbistan'da (Preşova bölgesi) azınlık durumundadırlar. Arnavutluk Bayrağı Arnavutluk 'un  3 milyonluk nüfusunun yaklaşık yüzde 90'ı Arnavuttu...

Her şeye rağmen (ŞİİR ÇEVİRİSİ)

Her şeye ve her şeye rağmen Aptallığa, dalavereye ve her şeye rağmen, Yine de biliyoruz ki: insanlık  Zaferi kazanacaktır her şeye rağmen Trotz alledem und alledem, trotz Dummheit, List und alledem, wir wissen doch: die Menschlichkeit behält den Sieg trotz alledem - Ferdinand Freiligrath (ö. 1876) (Tercümesi tarafımdan yapılmıştır.)

Libya'daki petrol kavgası

Libya tarih boyunca üç parçalı bir yapıya sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde üç vilayetten (Trablusgarp, Sirenayka ve Fizan) oluşur ki bu yapı esasen Roma İmparatorluğu dönemine dayanan bir geçmişin yansımasıdır. Öyle ki Doğu ve Batı Roma’nın sınırları da ülkenin tam ortasından geçer. Bu farklılık Bingazi merkezli Sirenayka’nın Maşrik’e, Trablusgarp’ın ise Mağrib’e ait olduğu gerçeğiyle kendisini gösterir. Libya terimi Romalılar için Sirenayka bölgesini ifade eder. Bugünkü anlamıyla ise İtalyanlar tarafından 1911’de bölgeyi işgal ettikten sonra kullanılır. Fizan ise Akdeniz coğrafyasından uzakta Sahra çölünün ortasında Afrika’ya ait bir bölgedir. Ülkeyi güçlü bir ordu ve bürokrasi oluşturarak birleştirip yönetmeyi tehlikeli bulan Kaddafi’nin iç siyaseti “böl ve yönet” düsturuyla kabile liderlerine dağıtılan bol bol paralara dayanmaktaydı. Kaddafi'nin dönemin yükselen Arap milliyetçiliği ve birden akan petrol geliri sayesinde kurduğu despotik idaresinin kendisinden sonra deva...