Ana içeriğe atla

BOZUK SAAT (II)

Büyükelçi eski günleri yâd ederken, antika duvar saatinin iki çam kozalağın arkasında sallanan sarkacına bakarak ritmik hareketlerini takip eder ve görev yaptığı yerleri zihninde bir bir dolaşırdı. Derin hayallere dalmaya ihtiyacı olduğunda bu saatin karşısında oturarak tik taklarını dinler ve guguk kuşunun kapıyı açarak ötmesini beklerdi. Bu ona hayatında her şeyin yolunda gittiği hissini verirdi. 


Londra’daki felaketten sonra Ortadoğu uzmanlığı titrini kaybetmemesinde dostlarının bakanlığın dedikodu çarkı üzerine kurmuş olduğu tekelin oynadığı mühim rolü inkâr edemezdi. “Koridor” bir kişiye uzman diyorsa o kişi uzmandı, bunu sorgulamaya yeltenecek kişi hemen hedef alınır ve usta bir şekilde işletilen dedikodu kazanında kaynatılarak boğulurdu. Hariciye jargonunda “koridor sicili” diye geçen bir terim vardır. Kelime çevirisi Almanca “koridor radyosu” (flurfunk) olan deyimin, muhtemelen vakti zamanında muzip bir diplomat tarafından yapılmış tercümesidir ve hakikatte “ofis dedikodusu” anlamına gelir. Sağlıklı işleyen bir kurumda, kişilere yönelik kanaatleri şekillendirecek boyutlara ulaşması halinde çalışma düzenine zarar vereceği için ne şekilde engellenebileceğine ilişkin idarecilerin alınacak önlemler üzerinde durması gereken bu fısıltı gazetesine, Hariciyede, bir memurun aldığı resmi sicil notlarının da ötesinde değer verilir. Çünkü bu gazete, zannedilenin aksine kendiliğinden oluşmaz, kurum dışında yenilen öğle yemekleri ve iş çıkışlarında buluşulan barlarda düzenli olarak tertip edilen toplantılar sırasında büyük bir dikkatle gerçekleştirilen sıkı bir editöryel çalışmanın ürünüdür.
  
Nitekim Deha O’nun Oxford macerasını diline dolamaya yeltenen talihsiz bir memur, bunun bedeli olarak kendisine karşı yürütülen oldukça menfi bir yayın politikasına maruz kaldı. Bu diplomatın, tanıdığı bazı siyasetçileri araya koyarak daha kıdemi yetmediği halde Bakana tesir etmek suretiyle Büyükelçi atanmaya çalıştığı şayiası yayıldı. “Torpil patlattığından” bahsedilen bu daire başkanının nereye Büyükelçi atanacağı ise Bakanlığın hangi koridorunda yürüdüğünüze göre değişebiliyordu. Büyükelçi atanmayı bekleyen neredeyse bütün Genel Müdür Yardımcılarının önüne adeta heyula gibi dikilmişti. Kısa sürede Bakanlığın en sevimsiz diplomatı haline getirildi. Doğu Avrupa İşleri Genel Müdür Yardımcısına göre iki yıl önceden göz koyduğu Tallin’e tamah etmişti, şimdi kendisi deniz kıyısından uzaktaki Vilnius’a kaydırılmıştı. Balkan İşleri Genel Müdür Yardımcısına göre ise ilk atama taslağında Saraybosna’da yer aldığı halde, rezidansını beğenmediği için gitmek istemediği Tiran’a kaydırılmasının sorumlusu oydu. 

Bir Müsteşar Yardımcısı, koridorda dolaşan söylentileri Müsteşar Asabıbozuk’la paylaştı ve böyle bir erken atamanın Bakanlık mensupları arasında ciddi hayal kırıklığı ve moral bozukluğuna yol açacağını söyledi. Müsteşar Yardımcısının bizzat kendisi, promosyonunda (yani onunla aynı yıl Bakanlığa intisap edenler arasında) Büyükelçilik makamı bahşedilen ilk diplomattı, ondan sonra akranlarından birinin Sefirlik koltuğuna oturabilmesi için sekiz yıl daha geçmesi gerekmişti. Fakat böyle bir kıyaslamayı yapmak doğru değildi, çünkü sözkonusu Müsteşar Yardımcısı zadegan takımına mensuptu, onların tabi olduğu kurallar tamamen farklıydı, alt sınıflarla kesinlikle karıştırılmamalıydı.

Müsteşar Asabıbozuk’un Türkiye’nin bin bir dış politika meselesinin getirdiği yoğun iş yükü arasında kendisinin böyle dedikodularla meşgul edildiği için kızması beklenebilirdi. Aksine, “koridor” lafını duyar duymaz kaşlarını çatmak suretiyle bütün dikkatini teksif ederek Yardımcısını dinledi ve “konudan haberdar olmamakla birlikte buna kesinlikle müsaade etmeyeceği ve herkesin müsterih olması gerektiği” mesajının koridor radyosundan duyurulmasını istedi. Asabıbozuk, esasen bu torpil patlatma işlerinin uzmanı sayılırdı, yani bu alanda bir rütbeleme sistemi olsa ona mareşallik bile verilmesi sözkonusu olabilirdi. Müsteşarlık yarışındaki rakibini ekarte etmek için atmadığı takla kalmamıştı. Bakanın başkanlık ettiği toplantılarda “Türk Dış Politikasının onyıllardır eksikliği hissedilen stratejik derinliğe kavuşabilmesi için İran ve Arap ülkeleriyle özel ilişkiler kurulması” gerektiğinden bahislerle dersini ne denli iyi çalışmış olduğunu göstererek göze girmişti. 

Fakat bunlar tatsız hatırlatmalardı, Müsteşara göre kendisi bulunduğu makama yüksek kabiliyetleri sonucu adeta tırnaklarıyla kazıyarak gelmişti ve zaten Bakanlıkta onun kalibresinde ikinci bir diplomat bulabilmek de mümkün değildi. Bu nedenle “torpil patlatılması” başkaları için kesinlikle tevessül edilmemesi gereken büyük bir günahtı. Müsteşarın talimatı hemen yerine getirildi ve “kifayetsiz muhterisin” (zavallı diplomattan artık böyle bahsediliyordu) Büyükelçi olma girişiminin akamete uğradığı haberi Bakanlıkta büyük bir sevinçle karşılandı. Fısıltı gazetesinin manşetten verdiği haberlere göre Müsteşar, Bakana gitmiş ve “eğer bu memur bu şekilde Büyükelçi atanırsa istifamı veririm” demişti. 

Gerçekte yaşananlar ise biraz daha farklı ve epey karmaşıktı. Şöyle ki Müsteşar, Personel Dairesi Başkanını odasına çağırmış ve “koridoru meşgul eden böyle bir duyum aldım fakat Bakan bana o çocuğu Büyükelçi atayalım diye bir şey söylemedi, senin bir bilgin var mı?” diye sormuştu. Daire Başkanı “duyumlardan haberdar olmakla birlikte, ona da intikal eden herhangi bir talimatın olmadığını” söyleyince, “belki Başbakanın bir talimatı vardır” düşüncesiyle ihtiyatlı hareket ederek diplomat kökenli olan Dışişleri Başdanışmanını aramıştı. O da kendisinin de söylentileri duyduğunu ama Başbakanın adıgeçen memur hakkında hiçbir talimat vermediğini, zaten koridorda torpilin asıl Bakan nezdinde patlatıldığının iddia edildiğini hatırlatmış, taraflar bir gelişme olursa hemen birbirlerine haber vermek üzere sözleşmiş ve böylece konu kapanmıştı.  

Zavallı diplomat kendisini “Büyükelçi atanıyormuşsun” diye yoklayan meslektaşlarına hiçbir şeyden haberi olmadığını söyledikçe daha da inandırıcılığını kaybediyor ve “saman altından su yürüttüğü” algılaması nedeniyle de ayrıca itici bulunuyordu. Öte yandan, amiri de Deha O’nun amcasının bir yakını olduğundan siciline “dedikodu yapmayı sevdiğine” dair bir not düşmüştü. Neticede Tayin Komisyonu, normalde gönderilmesi beklenen önemli Temsilciliklerden biri yerine, aldığı kötü sicile istinaden, onu kıdemiyle pek münasip olmayan bir yere atadı. Koridorda birkaç ay evvel “Büyükelçiliğinin kesinleştiği” konuşulduğundan şimdi düştüğü durumun vahameti herkesin gözünde katmerlenmişti. Adeta bir cüzzamlı muamelesi görüyordu, arkadaşları asansörde bile varlığını farketmiyor, yemekhanede kimse gelip yanına oturmuyor, hatta çaycı bile üç kere aramadan çay getirmiyordu. Sen misin Deha O’yu ağzına dolayan…

Deha O’nun Oxford macerasından öğrendiği bir başka düstur ise şuydu; “Dün dündür, bugün bugündür” yanlış olmasa da eksik bir sözdü. İnsanı yanıltabilirdi. “Dün yoktur, sadece bugün vardır, yarın ise muhaldir.” İşte hakikati tam olarak aksettiren bu sözdü. O yüzden bugün gücün kimde olduğunu bilmek, ona göre hareket etmek ve bu güç odağına rakiplerini zinhar yaklaştırmamak hayati ehemmiyetteydi. Bunu yapabilirseniz, dün ne yaptığınızın önemi yoktu, çünkü dün de sizin tekelinizdeydi. Sizin gibi bir Ortadoğu uzmanının Oxford’dan doktoradan atılmış olması mümkün olamazdı, siz ancak iki yıl süreli bir programa katılıp sertifika alarak ihtisas yapmış olabilirdiniz. 
Türk Dışişlerinde Ortadoğu uzmanlığı için bilmeniz gereken bazı temel ilkeler vardı ve bunların Ortadoğu’yla doğrudan ilgisi yoktu. Dar dünyalarının içinde kaybolmuş Oxfordlu profesörlerin bunu anlayabilmesi tabiatıyla mümkün değildi. Onlar her şeye kendi zaviyelerinden bakıyorlar ve ondan da bunu yapmasını bekliyorlardı. Oysa bunun ona hiçbir faydası yoktu. Şöyle ki Bakanlıkta hangi uzmanlık olursa olsun ezbere bilerek hareket edilmesi gereken dört ana ilke şöyleydi;

1- Batı üç parçadır, bunun ikisi düşman biri dosttur.
2- Batı sosyo-kültürel açıdan her haliyle taklit edilmelidir. 
3- Dost Batı’yla hiçbir konuda ters düşülmemelidir. 
4- Düşman Batı’ya her zaman şirin görünülmelidir.

Uygulamada bu ilkeler arasında ortaya çıkabilecek tenakuzları, diyalektik bir kurnazlıkla çözmek gerekiyordu. İşte bir diplomatın uzmanlık ve ustalık düzeyi buradan anlaşılıyordu. Hangi Batı’nın dost, hangi Batı’nın düşman olduğu öyle kitaplar okuyarak öğrenilemezdi, bunun için bazı önemli dostlukların edinilmiş olması şarttı.

Deha O’nun gözleri önünden saatleri ve hayatı bir film şeridi gibi üst üste geçerken sanki şeritlerden birinin koptuğunu hissettiği bir kesitte donuverdi. Evet, yolunda gitmeyen bir şeyler olacağı ve tevellüt edecek belanın daha öncekilere hiç benzemeyeceğini, ilk kez bir hissikablelvuku ile o meşum ay anlamıştı. Antika saati kurulu olduğu halde birden durmuş, bunu fark ettiğinde tüyleri diken diken olmuştu. Bu inkıtaıyla sanki vakt-i maruf da dolmuştu… Oysa o güne kadar kendisine hiçbir problem çıkarmamıştı. Yeniden kurduğunda önce geri kalmış, birkaç gün sonra bu kez ileri gitmişti… Her saat başı ötüşler ise ona baykuş sesini hatırlatacak denli kötüleşmişti… Devamlı durmasını engelleyemediği saati nihayetinde bir tamirciye götürmek zorunda kalmıştı… O vakitten sonra Deha O saatlerinin adeta bir senfoniden kakofoniye dönen tik takları arasında yeniden uyum sağlayabilmek için ne emekler harcayacak, ne terler dökecekti…

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Arnavutlar

Arnavut ırkı -kendi dillerinde “şkiptar”-, ari ve yerli-otokton bir ırktır. Bu şu demektir; Slavlar veya Türkler gibi gelip başka bir bölgeden Balkanlara yerleşen bir ırk değildir.  Türkçe'deki Arnavut kelimesi bir güney Arnavut (Toska) aşireti olan 'Arvanit'lerin  Türkçeleştirilmiş şeklidir. Arnavutlar ülkelerine "Kartallar Yuvası" anlamında Shqiperia  (okunuşu Şkpria) derler. Diğer dünya dillerinde ise 'Albania' (Albanya) kelimesi  kullanılır.  "Kartal ülkesi" simgesi, Arnavutluk bayrağının çift  başlı kartaldan oluşan motifinin de kaynağıdır (Çift-başlı kartal figürü Hititler'den başlar, Romalılarda sarı zemin üzerinde görülür, bugün pek çok devletin bayrağında bulunur.) Balkanlar’da beş ayrı devlette yaşayan Arnavutlar, Arnavutluk ve Kosova'da çoğunluk, Makedonya, Karadağ ve Sırbistan'da (Preşova bölgesi) azınlık durumundadırlar. Arnavutluk Bayrağı Arnavutluk 'un  3 milyonluk nüfusunun yaklaşık yüzde 90'ı Arnavuttu

Her şeye rağmen (ŞİİR ÇEVİRİSİ)

Her şeye ve her şeye rağmen Aptallığa, dalavereye ve her şeye rağmen, Yine de biliyoruz ki: insanlık  Zaferi kazanacaktır her şeye rağmen Trotz alledem und alledem, trotz Dummheit, List und alledem, wir wissen doch: die Menschlichkeit behält den Sieg trotz alledem - Ferdinand Freiligrath (ö. 1876) (Tercümesi tarafımdan yapılmıştır.)